Güzel bir hikaye… Sonsuzluk

By , in Yaşanmış Gerçek Aşk Hikayeleri on . Tagged width:
image

Sevgisine inanamıyordu bir türlü. Sevgilisinin her yaptığı gözüne batıyordu. Adamın her yaptığı hatada sadakatsizliğini okuyordu adeta. Kin bürüyordu benliğini. Ama bunun altında ikisinin de internette tanışmış olmalarının da etkisi vardı. Zamanla sevmişlerdi birbirlerini. Zamanla hissettikleri duyguların kendilerine hâkim olamayacağına inandıkları anda birlikte olmaya karar verdiler. Ama Aslı’yı anlamak güçtü. Önder zorlanıyordu çoğu zaman.
Bir senedir birliktelerdi. Ve bu bir senede durmadan didişmişlerdi. Aslı gün geçtikçe daha çok kapris yapıyor ve huysuzlaşıyordu. Bir günü bir gününe uymuyordu. Ama Önder’e güvenemiyordu bir türlü, bu yüzden de daha da çekilmez oluyordu. Kendisini sevmiyor olması şüphesi yiyip bitiriyordu beynini Aslı’nın. Kimseye güvenmeyen biriydi Aslı, Önder ise içine kapanık ve arkadaş çevresi olmayan bir gençti. Aslı şüpheleriyle kendine hâkim olamıyor ve bu yüzden de durmadan huzursuzluk çıkarıyordu. Önder ne yapsa yaranamıyordu. Birçok kez Aslı’dan ayrılmayı da denemişti ama yapamamıştı. Ne idi Aslı’ya onu bağlayan? Aslı’yı vazgeçilmez kılan neydi? Gerçek duygular mıydı sevgisi yoksa arkadaşının olmayışı mıydı Aslı’ya tutunduran? Bu düşüncelerle hep ayrılıktan vazgeçmişti. Hep kaybetmekten korkmuştu Aslı’yı. Aslı bir gün melekler kadar masum, mutlu, çocuklar gibi hoplayıp zıplayan, neşeli bir kimliğe bürünüyor ardındaki gün neşesiz, mutsuz, hüzünlü, şüpheli anlarına geri bürünüyordu. Önder ona ayak uydurmakta güçlük çekiyordu. Aslı oldukça kırılgan olduğu için Önder’in her dediğine düşmanca yaklaşıyordu ve Önder ise yaptığı güzel şeylerin karşılığı olarak günlerce kırgınlığa razı oluyordu. Hemen hemen her hafta sonunda birliktelerdi. Önder sırf Aslı’yı mutlu edebilmek için her anını onunla geçiriyordu. Birlikte bir simidi paylaşıyor, parklarda geziyorlardı.
Zaman içinde evlenmeye karar verdiler. Ama iyi ama kötü Önder Aslı’nın hep iyi yönlerinin bu evlilik kararı için yeterli olabileceği umuduyla mutlu olmaya gayret ediyordu. Bu zaman içinde Aslı ufak bir rahatsızlığı için gittiği hastaneden, bir sürü tahliller ve can acıtıcı binlerce prosüdür ile çıkmıştı. Ne rahatsızlığından ne de hastaneye gittiğinden Önder’in haberi olmamıştı. O gün gelinlik provası için buluşacaklardı ama Aslı yorgun olduğunu bahane edip tüm gününü evde geçirmişti ve Önder’in ulaşamaması için de telefonunu kapatmıştı. Bir sızı vardı yüreğinde, öylece bir süre aynanın önüne geldi ve durdu. Bir boşluğa bakıyor gibiydi. Bir an babasını düşündü, onu kaybetmemek uğrunda ne çok çaba harcamıştı. Sonra annesini yitirişi aklına geldi bir an ve onun için de çaba göstermişti. Ve sonradan bu bir senesini düşündü, canından sevdiği Önder’ine ne çok çektirdiği gözlerinin önüne geldi. Lanet etti kavga ettikleri her güne. Benliği bir boşluğun içindeydi, hastane havası daha da yıpratmıştı güzelim yüzünü. Oldum olası nefret ederim hastaneden derdi hep Önder’e. Yorgun bedenini yatağa bıraktı. Doktorların sesleri yankılandı bir an beyninin içinde. Elinde duran tahlillerin sonuç belgesinin içinde olduğu zarfı yarım açtı. Sanki orda yazanı bilmiyormuş gibi içini korku kaplamıştı, kanı çekiliyordu sanki. Zar zor hafif buruşmuş olan kağıdı çıkardı zarftan ve aradığı kelimeyi bulduğunda yüzünde tuhaf bir bilinmezlik oluştu.
Hasta olduğunu öğrendiğinden beri artık Aslı eskisi gibi huysuz ve kavgacı değildi. Önder şaşırıyordu, Aslı değişmişti tamamen çünkü. Artık ne huysuzluğu vardı ne de o bitmez kavgalar yaşanıyordu. Önder mutlu ve huzurluydu sevgilisi böyle olduğu için. Belki de tamamen kaderine razı oluştu Aslı’nın yaşadığı. Sessizce bekliyordu o karanlık anı.
Evlenmenin ertelendiğini söylediğinde, Önder’in yüzünde beliren ifade tam anlamıyla yaşadığı şok’u belli ediyordu. Oldukça soğukkanlılıkla söylemişti Aslı. Adeta robot gibi bir anda soluksuz söyleyivermiş ve Önder’in bir şey demesine fırsat vermeden ayrılmıştı yanından. Bu da neyin nesiydi şimdi diye düşündü Önder. Zaten hiçbir zaman anlayamamıştı Aslı’yı. Bu da tuhaf bir oyundu oynanan ona göre. Davetiyeler için karar verildiği, nikah günü alınacağı bir sırada bu değişiklik, bu saçmalık nedendi? Aslı ne yapmaya çalışıyordu?
Hasta olduğunu öğrendiği günden itibaren hep kaçmak vardı aklında Aslı’nın. Önder’den kaçmalıydı. Hatta yaşadığı ve yaşamakta olduğu her şeyden kaçmak istiyordu. Bir an gelecek ve o karanlık boşluğu yaşayacaktı. Herhangi bir yerde herhangi bir zamanda birden düşecek ve yaşadığı her şey geçecekti film şeridi gibi gözlerinin önünden. Ardından bitecekti her şey. Her yaşanan mutlu olay son bulacaktı nezdinde.
Bir gece boyunca ulaşmaya çalıştı Aslı’ya Önder. Hesap sormak, bağırmak, kızmak, lanetler yağdırmak hatta bir oyun oynadığı için bir tokat vurmak istiyordu hiç kıyamadığı bebeğine. Ne kadar çaba gösterdiyse ulaşamadı. Her telefonu eline aldığında o garip sesi duyuyordu ‘ şuan aradığınız kişiye ulaşılamıyor, lütfen daha sonra deneyiniz’… Yaşadıklarına inanamıyordu Önder. Bir an vazgeçmek istedi, lanet olsundu. Aslı’nın bu yaptığı binlerce çocukluğun en aptalcasıydı ve kendi kaybetmişti. Ama bir süre durup da düşündükten sonra gözlerindeki yaş ile tekrar sarılıyordu telefona. Bu sefer evini arıyordu ama yok telefon açılmıyor bir süre sonra telesekreter devreye giriyor evde olmadığını not bırakılınca arayacağını söylüyordu Aslı. Hiç sevmezdi telesekretere konuşmayı. Ama umutsuzlukla telesekretere neler olduğunu sorgulayan bir dolu not bıraktı. Aslı eve gidince mutlaka arayacaktı, dayanamazdı o aşkının bu derece merakta kalmasına.
Sessizce dinliyordu telesekretere bırakılan onlarca notu Aslı. Ama bir şey yapmıyor Önder’in aramalarını hep havada bırakıyordu. Ne çok üzüldüğünü hatta ağladığını bile adı gibi biliyordu sevdiği adamın. Bu zamana kadar binlerce şey paylaşmışlardı aslında kısa da olsa bir hayatı birlikte yaşamışlardı. Aslı Önder’in hangi konularda nasıl tepkiler verdiğini ezbere biliyordu. Bir boşlukta yaşıyor gibiydi. Gerisine baktığında sevgilisiyle olan mutluluğu ve daha gerisinde babasının da aynı hastalıktan öldüğü o anı düşünüyordu. Karanlıktı artık onun için gelecek. Gelecek yoktu yaşanabilecek. Ama ölümünü adım adım beklerken asla Önder’in acıyarak bakmasını istemediğini biliyordu. Kimse acımamalıydı ona. O hayallerde yaşayan tatlı bir anı olarak kalmalıydı. Önder nasıl olsa yeni bir yaşam kurardı kendine. Yalnız kalamazdı Önder, çocuk gibi masum ve temiz olduğunu ve mutluluğu yaşaması gerektiğini tekrarlıyordu içinden Aslı. Bu yüzden de ayrılmalıydı, kaçmalıydı… Bir mektup yazdı, Önder’in ertesi gün sabahtan kendisini aramaya evine geleceğini biliyordu. Daima bir yedek anahtar Önder’de bulunurdu evinin. Tek bir bardağın bulunduğu yunus balıklarıyla kaplı masa örtüsünün üzerine bebeğime yazan zarfı bıraktı… Tek bir valiz bile almadan anahtarı da girişe bırakarak çekti kapıyı. Artık özgürdü. Ruhu ebedi yolculuğa çıkmak için hazırdı. Çantasına aldığı Önder’in tek bir fotoğrafının dışında hiçbir anıyı almamıştı kapıdan çıkarken. Sokaklar boyu yürüdü. Düşünceler beynine hücum ettiği için aynı yerin çevresinde döndüğünün farkında bile değildi. Birden aklına şehir değiştirmek geldi. Bu şehirde bulunduğu süre içinde yine de kopmuş sayılmayacaktı Önder’den. Tam harekete geçmek üzere olduğu bir anda apartmana Önder’in girdiğini uzaktan fark ettiğinde onu son bir kez daha görmenin buruk sevincini yaşıyordu.
Ev boştu, tüm odalara girdi Önder her bir yana baktı. Hiçbir şeyin yeri değişmemiş, evden hiçbir şey alınmamıştı. Valizler de yerinde idi. O halde bu lanet olası kız nereye girmişti? Gözlerindeki kızgınlık, yumruklarını sıkması bir anda sinir boşalması yaşayacağının belirtileriydi. Duvarı yumrukladı. Aslı’nın yatak odasına girdi. Yatak düzgünce toplanmıştı, Gar dolabını açtı ona ilk sevgililer gününde hediye ettiği dizde biten elbisenin askıda durduğunu gördü. Beyaz ve boyun kısmı inciler işli kıyafet içinde o dans ettikleri geceki anı düşündü. Ne de yakıştırmıştı bebeğine o kıyafeti. Bir gelin kadar saf ve sade bir güzelliği olduğunu o an fark etmişti Aslı’nın. Ve bir gelinlik kadar yakışmıştı bembeyaz tenine. Şimdi aralarına sanki dağlar, puslu yollar girmişti… Aslı’ya ulaşmak ne kadar da zordu… Salondan çıkarken masanın üzerinde bebeğime diye başlayan bir zarf gözüne ilişti. O an korkuyu yaşıyordu yüreği. Ayrılık kokan satırları okumaya çekiniyordu. Aslı’nın terk etmemiş olmamasını diledi ve zarfın içinden kağıdı aldı. Açtı ve okumaya başladı.
‘Merhaba bebeğim’ diye başlıyordu Aslı satırlarına. ‘Senin merak edeceğinden, hatta şuan burada olacağından emin olduğum için bu satırları yazmak istedim. Nasıl başlayacağımı bilemiyorum ama tahmin etmişsindir az çok bunun veda mektubu olduğunu. Artık benim için bir gelecek yok, evlilik gibi bir düşüncem de yok. Sana bunu bu şekilde söylediğim için bağışla son kez bebeğini. Ben belki de sonu olmayan bir yola gidiyorum, belki de bembeyaz kaplı düşler bekliyor beni… Bu satırları anlayamayacağını biliyorum. Bazen anlamamak ya da duymamak en iyisidir. Şuan yaşadığın şeyler geçici, beni sevmediğini hep söylerdim zaten. Kendine başka bir eş bul, beni unut ve sonsuza kadar mutlu ol. Bir gün elbet karşılaşacak yollarımız, bir gün bir yerde hasretle sarılacağım sana. Başka bir zamanda en güzel aşkı yaşamak üzere elveda bebeğim…’ altında da bebeğin imzası vardı bu satırların. Okurken ağladı, ağlarken düşündü, Aslı’sını tamamen yitirmişti. Sinirlerine hâkim olmak ne kadar da zordu o an için. Defalarca bebeğin yazısını okudu gözyaşları içinde. ‘bebeğin’… Ne çok şey ifade ediyordu bu kelime. Ona hep bebeğim diye hitap ederdi. Onu tatlı bir bebeği sever gibi sevmişti. Hep incitmekten korkmuş ama yine de kırılmalarına engel olamamıştı, şimdi gitmesine engel olamadığı gibi…. Koskoca bir sene yaşanmışlığıyla kalmıştı, geride hatıraların tatlı, buruk hüznü. Geride güzel bir hikayeyi yarım bırakmıştı Aslı. Ne olmuştu da gitmişti? Defalarca ‘belki de sonu olmayan bir yola gidiyorum, belki de bembeyaz kaplı düşler bekliyor beni’ kelimelerini okudu. Bir anlam çıkarmaya uğraştı ama o an sağlıklı düşünemiyordu da. Sonra, elbet yollarımız kesişir derken ne demek istemişti? Geri mi dönecekti yoksa? Ben hata yaptım mı diyecekti? Gözlerinde kin vardı Önder’in, asla affetmeyeceğim onu. Gittiyse bir daha geri dönemeyecek diyordu içinden.
Evine geldiğinde yığılacak gibiydi. Elinde buruşturduğu Aslı’dan kalan son mektup vardı. Ağlamaktan kızarmıştı gözleri. Bedeni titriyordu. Üşüyordu. Yalnızdı artık. Bebeği olmayacaktı bundan böyle hayatında. Bebeği bir anda yıkıp gitmişti her şeyi. Onu yalnız hatıralarla bırakmıştı. Bunun gerçek olmaması için dua ettikçe, elindeki buruşuk kağıt her şeyi anlatıyordu ona. Bedeni yorgundu, düşünemiyordu. Çaresizlikti yaşadığı, bir boşluğun içine düşmüştü sanki. Bu boşluğu en sevdiği kişi yaratmıştı. Yorganının altına gömüldü hayattan uzaklaşmak ister gibi.
Bir telefon sesine sıçramıştı aniden, yataktan Aslı’mdır diyerek fırladı. Bir koşuda telefonu açtı ama arayan, yanlış numara çevirmişti. Karanlıkta yaşamak bu olsa diyerek acı acı güldü. Aslı’ya hissettiği bu tutkulu hissin de aşk olduğunu ve duygularının gerçek sevgiden ibaret olduğunu kendi de biliyordu artık ama iş işten geçmişti ne yazık ki. Aslı ona bir mektup bırakarak gitmişti bembeyaz düşlere. Saatine ve tarihe baktığında uyuduğundan beri iki gün geçmiş olduğunun farkına vardı. Daha aklıselim düşünebiliyordu artık. Şimdi her şeyi yeniden gözden geçirmeliydi. Aslı’ya ne olmuştu? Neden gitmişti? Kızdıracak bir şey mi olmuştu acaba? Ama saatlerce düşünse de bir şey bulamadı bu ani gidişe. Her şey çok da güzel gidiyordu. Kesin bir şey vardı ama o şu an için bir sonuç çıkaramıyordu yaşadıklarından.
İlerleyen günler içinde bir gün yine bir telefon çaldı, ama artık heyecanlanarak koşmuyordu çalan telefonlara. Aslı olmayacağı kesindi artık. Aslı onsuzluğu seçmişti. İki defa çalan telefon sustu ve bu sefer cep telefonu çalmaya başladı. Telefonun ekranına baktığında birden ateş bastı, eli ayağı dolandı birbirine. Kalakaldı öylece bir süre. Ne yapacağını kestiremedi, aklı başından gitmişti bir an. Çünkü ekranda bebeğim yazısı yanıp sönüyordu. Elleri titredi açamadı. Acaba açmasam mı dedi nefretle. Ne yüzle arıyordu? Ne diyecekti sevgilim seni seviyorum mu diyecekti? Açmamalıydı. Ama uzun çalan melodinin bir an önce susmasını istedi. Ve sustu telefon. Etrafta dört dönüyordu Önder. Bir sevinç mi yoksa nefret mi belirmişti içinde bilemiyordu. Tek bildiği açmayarak Aslı’ya ceza vermiş olmasıydı. Telefonu açmayınca ne çok üzülmüştür bebeğim diye de düşündü, belki de ihtiyacı vardı ve o aptallık edip açmamıştı. Tamamen yitirmişti artık onu, artık aramazdı da. Bir pişmanlıkla belki de geri dönmek isteyecekti ve ben açmayarak reddettim, ben ne büyük aptalım Allah’ım dediği sıralarda yine cep telefonu çalmaya başladı. Yine arayan Aslı idi. Ekranında bebeğim yazısının yanıp sönmesini bile ne çok özlediğini fark etti o anda. Aslı’yı özlemişti. İliklerine kadar Aslı’yla vardı o. Açtı telefonu ama ses Aslı’nın sesi değildi. Bir polis memuru idi karşısında konuştuğu. Kötü bir şey olduğunu anladı. Memur ona genç bir kızın Edirne’de bir hastanenin morguna kaldırıldığını, çantasından çıkan evraklarda ve telefonda bebeğim diye kayıtlı birini görünce yakınıdır ya da eşidir diye haber vermek istediklerini bildirip, teşhis için Edirne’ye çağırıyorlardı Önder’i. Yarım yamalak dinlemişti söylenenleri. Olamazdı. O morgda yatan genç kız Aslı’sı olamazdı. Bir an boşluğa bakıp kendini koltuğa bıraktı. O boşluğun içinde Aslı’nın yüzünü gördü. O masum yüzü… Şimdi ölümle mi buluşmuştu? Kabul edemedi bu düşünceyi. Aslı’nın çantası çalınmıştı belki de ve çalan kişi de trafik kazasında ölmüştü. Ve doğal olarak şimdi Önder’i arıyorlardı.
Edirne’ye doğru yol alırken otobüs düşünüyordu ve kendinde değildi Önder. Aslı olsa bile ne işi vardı ki Edirne’de? Neden kaçmıştı? Bir sürü soru işareti ile uyuşmuş haldeydi otobüsten indiğinde. Hangi hastane olduğunu da hatırlayamıyordu. Bir taksi çevirdi ve bir hastaneye götürmesini istedi. Olmadı ne kadar hastane varsa dolaşacaktı.
Hastaneye vardığında danışma bölümüne sordu bir genç kızın kaydının olup olmadığını, aldığı cevap morgda genç bir kızın bulunduğu idi. Önce eline Aslı’nın çantasını verdiler tüm kıymetli eşyaları bunlar diyerek. Eline aldı baktı ve iki damla gözyaşı aktı gözlerinden. Yüreğinde tarifsiz bir sızı belirmişti. Uçurumdu morga giden o yol. Adımlar yaklaştıkça orda yatanın kim olduğunu bilmek istemediğini, Aslı’nın yaşıyor olduğunu bilmenin o yarım sevincini yaşamak istediğini anladı. Uzaklarda olsa da yaşıyor Aslı dedi. Görevli kolundan tuttu ve eğer hazır hissetmiyorsanız başka zaman gelin dedi. Bunun üzerine bir seferde bu işkencenin bitmesini istiyordu, o kişiye bakacak ve Aslı olmadığını anlayacaktı. O ise bile bir anda yaşayacaktı o derin duyguyu. Günlerce çektikten sonra sızısını şimdi son aşamasında geri dönmeyecekti. Morgun o soğuk hava dalgası sardı bünyesini. Sanki her yerden biri çıkacakmış gibi ürktü. Sanki hayat durmuştu, sanki o da ölmüştü o morg odasında. Bir kapağı çekti görevli ve yavaşça açmaya başladı yüz kısmını. Birden neden olduğunu bilmediği bir sevinç yaşadı genç adam, o değildi. Orda yatan Aslı’sı, o biricik bebeği değildi. Görevli de şaşırmıştı Önder’in bu hareketine. Derken kapak kapandı nereye bakacağını şaşırmıştı, seviniyordu sevgilisinin yaşıyor olduğuna. Ama bir dakika hemen yan dolapta Aslı Yakar ismini okuduğunda yine o belirsizlik ve yıkım oluştu beyninde. Bu dolapta adı yazıyor diyebildi görevliye. Görevli baktı elindeki kayıt kağıdına ve yanlış dolabı açtığını fark ettiği anda binlerce özür dileyerek diğer dolabı açtı. Evet oydu, bebeği o soğuk morgda yatıyordu. Yüzü hala o hayalindeki gibi bembeyaz ve güzeldi. Gözleri açık kalmıştı sevdiceğinin, elini gözlerine götürdü ve yavaşça gözlerini kapadı. Ağlayamadı, o an hisleri donup kalmıştı. Beyninde bir sürü dalgalar hareket ediyordu sanki. O derece ağır gelmişti yaşamak o anda.
Ölüm nedenini yazan bir belge verdiler eline Önder’in. Okuduğunda kanser olduğunu öğrendiği bebeğinin yanında olamayışına tek kelime bile edemedi. Ne olursa olsun onu bırakmamalıydı, o gece telefonlarına cevap vermediği an Aslı’nın evine gitmeliydi, gerekirse sabaha kadar beklemeliydi kapısında ama onu öylece ölüme göndermemeliydi. Kendi hatasıydı. Durmadan kendini suçluyordu. Durmadan kendine lanetler yağdırıyordu cenaze arabasında şehre geri dönerken. Çantası kucağındaydı Aslı’nın. Onun kokusu sinmişti çantasına da. Aslı gözlerinin önüne geldi hep yol boyunca. Ona yaptığı şirinliklerle nasıl da başını döndürüyordu. Aşkım dediği o sesi kulaklarındaydı… Çantasını açtı ve ufak bir not yazılmıştı küçük kağıda ve yanında da bir fotoğraf buldu. Fotoğraf’ın kendisine ait olması daha da derinleştirdi üzüntüsünü. Ufak kağıdı aldı içinde ‘Seni daima sevdim ama benim ölümcül hastalığımı bilerek yaşamana ve bana acıyla yaklaşmana dayanamazdım sevgilim’ yazılıydı. Hıçkırarak ağlamaya başladı, duyguları yok oluyordu sanki. Acıların en büyüğünü yaşıyordu şimdi. En büyük acıyı yine Aslı yaşatmıştı ona. Zamanında en güzel sevgiyi de yaşattığı gibi. Artık hayallerinde kalacaktı Aslı. Yazdığı mektup ve şu son ufacık notuyla. İçinde daima yaşayacaktı. Aslı’yla bir dünya kuracaktı, onsuz olsa da o onunla evli olacaktı. Ve bir gün yazdığı gibi Aslı’nın, bir gün bir yerlerde hasretle sarılacaklardı birbirlerine. Taaki o zamana kadar sadece içinde yaşatacaktı sevgilisini genç adam.
Kkadak

Önerilen makalelerr